15 Temmuz 2012 Pazar

Tsaritsyno Parkı




Moskova’daki parklara bayıldığımı her fırsatta dile getiriyorum. Bu beğeniyi bildirdiğim Rus arkadaşlardan sürekli aynı şeyi duyuyordum; Tsaritsyno Parkı’nı mutlaka görmelisin! Sonunda ısrarlara dayanamadım :)

Tsaritsyno Park’ı güneyde, 2 numaralı yeşil metro hattı üzerinde. Aynı isimli metro istasyonunun müze tarafından çıktıktan sonra tren yolunu geçin, işte karşınızda!
İlk olarak park önüne park etmiş gelin arabaları, limuzinler dikkatimi çekti. Limuzin demişken, biraz bahsedeyim. Ruslar limuzine bayılıyor, düğün arabaları için büyük çoğunlukla limuzin tercih ediliyor. Çok değişik renklerde (tamamen kırmızı, altın rengi, pembe ) olanlarını gördüm. Tüm arkadaşlar içeri doluşup şampanyalarını yudumlarken şehri turluyorlar. Bir nevi düğün konvoyu diyebiliriz; tek fark konvoyda tek araç olması! Aracın uzunluğunu hesaba katarsak bu bir sorun olmasa gerek :)

Parka adım atar atmaz birden gelinler, damatlar ve nedimeler tarafından kuşatıldık! İçerisi dev bir çekim platosu gibi. Dört bir yanda fotoğrafçılar, kamera çekimi yapanlar, en iyi kareyi yakalamak için canhıraş bir şekilde çırpınıyorlar.Konu Ruslar olunca poz konusunda sıkıntı çekmeye gerek yok elbette, seçenekler sonsuz.
Gelinlerden bazıları köprüye kilit takıp anahtarını suya attılar. Amaç aşklarını ölümsüzlüğe kavuşturmak sanırım. Damatların da aynı dileğe sahip olup olmadıkları büyük merak konusu :)

Bu da lolipop yalayan gelin,konulu!
Önüm,arkam,sağım,solum GELİN!
Fotoğraflardan da anlayacağınız gibi; Ruslar evlenmeyi seviyor! Bizde nasıl sünnet olacak çocuklar Eyüp Sultan’a götürülürse, burda da Tsaritsyno’ya götürülüyor. Daha önce Kızıl Meydan’da birkaç gelin görmüştüm ama burayla kıyaslanacak gibi değil. Yeri gelmişken; genç yaşta evlendikleri ve erken çocuk sahibi oldukları gözlenmiştir. Hala bekâr olan sevgili arkadaşlarıma duyrulur.
Bu kadar evlilik muhabbeti yeter, gelelim parka. Parkın bulunduğu alan 16.yy da Tsaritna Irina’ya aitmiş. İçeride gördüğümüz tarihi binalar 18.yy da inşa edilmiş. Arka tarafında büyükçe bir ormanın da bulunduğu alan 1984 yılında park olarak hizmete açılmış.
Fıskiyenin bulunduğu alanda müzik yayını yapılıyordu. Hoparlörden gelen seksenlerden kalma müzikleri duyunca köşe başından Nuri Alço’yla Ahu Tuğba çıkacakmışçasına irkildim.




İçerideki köprülerden birinin önden ve yandan görünüşü.
















İşte meşhur Tsaritsyno Sarayı. Sol tarafında Opera Binası bulunuyor. Her ikisi de 18.yüzyıldan.
                                        Ne yani,Ruslar poz verir de ben veremem mi!
Saray ve Opera Binası’nın arasından arkaya geçtiğinizde müzeye ulaşıyorsunuz. Müzenin önündeki heykellerle fotoğraf çektirenler pek bir eğleniyorlardı. Ben de üzerime düşeni yaptım. Bu iki centilmeni elimi tutma ayrıcalığından mahrum bırakamazdım.
Müzenin bilet kuyruğu oldukça uzundu, içeri girmedik. Hediyelik eşyaların satıldığı dükkâna bir göz attık. 












Keçeden yapılmış bu patiklere bayıldım. Geçen haftaki festivalde de keçeden yapılmış ürünler görmüştüm. Anladığım kadarıyla Rusların değer verdiği bir el sanatı. İklim soğuk olunca :)
Kısa bir ihtiyaç molasından sonra ormana doğru yürüdük. Yaşlı teyzem bir şey satıyordu kâğıt paketlerde, anlamadık ne olduğunu. Sonra İngilizce bir yazı dikkatimizi çekti, “Sincaplara tatlı ve tuzlu fıstık atmayınız.” Demek ki fıstık satıyor dedik.Çok geçmeden hınzır bir sincap tatlı oyunlarıyla bizi bizden aldı, onu ve sonradan ona katılan arkadaşlarını seyre daldık uzun süre.
Ormanda, içinde bitkilerin bulunduğu sera benzeri binalar vardı. Camdan fotoğraf çekmeye çalıştık ama dışardaki iki çiçek daha baskın çıktı.
Parka girmesine nasıl izin vermişler bilmiyorum ama gelin arabası gördük bir tane, pek bir güzeldi.
Dolaş dolaş bayağı yorulmuştuk. Hoş bir restoran görünce oturduk. Pek çok yerin aksine hafif bir müzik çalıyordu. Beyhude bir çabayla İngilizce menü istedik, elbette yoktu. Telefondaki sözlükten tek tek her kelimeye bakmak zorunda kaldık. Bakın, menüyü sökmeye çalışırken ne kadar da ciddiyim.
Çok güzel gitar çalan yaşlı bir amca masaları dolaşıyordu. Bizde müzisyenler masaları dolaşır, çalmaya başlar, sonra da parasını alır gider. Bu amcamsa “Para peşin, kırmızı meşin” hesabı; önce soruyor, para alacağı garantilenince çalmaya başlıyordu. Parayı vermeyen düdüğü dinleyemedi maalesef.

Yiyip, içip, dinlendikten sonra koro sesinin geldiği Ortodoks Kilisesi’ ne girdik. 
Hayır, yanlış anlamayın, videoda gördüğünüz aydınlık İsa Mesih’in içeri doldurduğu nur değil, avizeden yayılan ışığın parlaklığından kaynaklanıyor. Çekim hatası diyebiliriz :) Yine de ayin hakkında fikir vermesi açısından koyuyorum.Kameraya son bakışı atan teyze çekimin yasak olduğunu söyleyince ayinimiz son buldu.

Buraya kadar ki bölüm tarihi binaların bulunduğu alandı. Göl kenarından yürüyerek doğanın kendini gösterdiği diğer tarafa geçtik.


Bu taraftaki favorimse insanların sere serpe yayıldığı bu alandı. Biz de kayıtsız kalmadık, çimlere uzanıp müzik dinledik bir süre.
Orman içinden giriş kapısına geri yürüyerek gezimizi sonlandırdık. Siz de tarih ve doğayla bir arada olmak ve bol bol gelin görmek istiyorsanız bu parkı ziyaret edin mutlaka.

1 yorum:

  1. Moskova yazılarınız çok güzel, neşeli ve bilgilendirici. Elinize sağlık.
    Park da pek güzelmiş.
    Ben de Moskova'da parkları çok severdim ama aradan geçen 20 yıl içinde her yer pek temiz, pırıl pırıl olmuş. Eski döküntü hali daha güzeldi bence.
    Bir de Tsaritna Çariçe mi demek oluyor acaba?

    YanıtlaSil