20 Eylül 2015
Biletimi
ucuz olsun diye aktarmalı aldım. Böylelikle Antalya- İstanbul gidiş dönüş uçak
bileti ve vize almak için Ankara’ya giderek yaptığım tüm masraflar beleşe
gelmiş oldu yani THY’nin direk uçuşuna kıyasla. Daha önce Uzak Doğu’ya yaptığım
seyahatlerde Türkmenistan Havayollarını kullanmıştım. Biletler ucuz ancak
hizmet kalitesi pek iyi sayılmazdı. Bu sefer Air Astana’yı tercih ettim
–Türkmenistan Havayolları’ndan bile ucuz- ve hiç pişman olmadım. Tanrı
Skyscanner’ı korusun. Gıcır gıcır uçak, yastık, battaniye, seyahat kiti, içki (bu tarz ucuz uçuşlarda olmuyor pek) , yemek,
film ve müzik servisi ile yüzümü güldürdü. İstanbul- Almaata uçuşu gayet rahat
geçti. Almaata havaalanı gayet güzel,
düzenli. Aktarmalı yolcular olarak alt kata geçtik. Küçük bir bekleme salonu
var ama biz uçuş saati geldiğinden doğrudan uçağa geçtik. Uçak bir öncekiyle aynı
standartlardaydı ve Delhi uçuşu da oldukça rahat geçti.
Indra Gandi hava alanı güzel ve düzenli. Uzun süre yürüdükten sonra pasaport kontrole
ulaştım. Memur parmak izimi aldı ve homurdandı, ne dediğini pek anlamadım önce.
Pek İngilizce konuştuğunu söylenemese bir sorun olduğunu anladım. Birkaç kez daha bastım parmağımı, olmadı bir
türlü. Üstünü çağırdı, konuştular uzun süre. İçimden “Hindistan’a gelirken
parmak izimi değiştirdim de!” diye bir espri yapmak gelse de kendimi
tuttum. Biraz daha tartıştıktan sonra
geçmeme izin vermeye karar verdiler. Bu sefer de çantam çıkmak bilmedi bir
türlü. Hah dedim, bir bu eksikti, aktarmada gitti çanta. Londra uçuşuyla aynı
bantı vermişler, milyon çanta geçiyor benimki yok. Artık ciddi tırsmaya
başlamıştım ki ayrı bir araçla getirdiler çantayı.
Dışarı
çıktığımda inanılmaz sıcak bir hava karşıladı beni. Sıcak olmasını bekliyordum
ama kafamdaki böyle bir şey değildi kesinlikle. Harıl harıl yanan bir ocağın
içine girmek gibi dersem anlarsınız herhalde. Hava alanına fazla uzak olmayan
otelime gidip dinlendim bir süre. Akşamüzeri couchsurfing ten Anu ile buluşup
Kızıl Kale'ye gittik önce. Yol boyunca gördüğüm Delhi bana anlatılan, okuduğum
Delhi değildi kesinlikle. Geniş yollar, inanılmaz bir yeşillik, güzel binalar.
Burasının büyük elçiliklerin bulunduğu alan olduğunu öğrendim. Kızıl kuleye
geldiğimizde inanılmaz bir kalabalıkla karşılaştım. Rengarenk sarileri içindeki
kadınları görünce gözlerim kamaştı. O kadar güzeller ki insan gözünü alamıyor
bir türlü. Aynı şekilde onlar da beni süzüyorlar yanlarından geçerken. Anu biletleri almaya gitti. Geldiğinde giriş
biletinin Hintliler için 10 rupi yabancılar içinse 250 rupi olduğunu, benim
için de Hintli bileti aldığını, bu sebeple kapıdan geçerken kesinlikle
konuşmamamı tembihledi. Kapıda ve arama noktasında ağzımı açmadım. Hintliye çok
benziyor olmalıyım ki kimse bir şey demedi. Kalenin içi çok büyük. İçeri girer
girmez içimi tarifsiz bir huzur kapladı. Yavaştan kararmaya başlayan hava, hafif bir rüzgâr, kuş cıvıltıları, uçsuz
bucaksız bahçeler, binalar, rengârenk giyinmiş insanlar. Seveceğimi biliyordum
diye geçirdim içimden. Hindistan beni çok güzel karşıladı, şükürler olsun. Hiç
ayrılmak istemesem de Eski Delhi’ye gitmek üzere çıktık.
Eski
Delhi’yi nasıl anlatsam, daha önce böyle bir yer görmedim hiç. Öncelikle şehrin
trafiğiyle ilk burda karşılaştığımı söyleyebilirim. Pazar günü olması sebebiyle
geçtiğimiz geniş yollarda trafik akıyorken burda neredeyse birbiriyle iç içe
geçmiş arabalar, rikşalar, otobüsler, tüm bunların arasında sakin sakin yürüyen
inekler, keçiler, insanlar bir arada. Etraf çöp içinde, yol kenarına tezgâh
açmış işportacılar, sokak satıcılarının ızgaralarından çıkan dumanlar, açıkta
sergilenen etler, keskin bir koku, tam bir keşmekeş. Tüm bu curcunanın arasında zar zor
ilerlememize rağmen garip bir şekilde ortamdan hiç rahatsız olmadım. Aksine,
sadece güldüm, ortam o kadar absürttü ki elimden başka bir şey gelmedi. Yanım
da bir Hintliyle değil de yalnız gitseydim aynı şekilde hisseder miydim
bilemiyorum tabi.
Yolumuzu
zorlukla bulup meşhur restaurant Karim’e
gittik. Burası bizim Sultanahmet Köftecisi gibi meşhur bir yer anladığım kadarıyla.
Ben de bir seyahat bloğunda okumuştum burayı. İçerisi meşhur bir yerden çok
sıradan bir esnaf lokantasına benziyordu. Bizim adanaya benzer bir kebap
söyledik bir de keçi eti. Kebap değişiklik baharatlı olmasına rağmen güzeldi,
yedim. Yerken aklımdan sürekli okuduklarım geçiyordu, et yemeyin, baharatlı
yemeyin. Hasta olma ihtimalini düşünmek insanı oldukça zorluyor. Sonra keçi eti
geldi ve saniyesinde yiyemeyeceğimi anladım, dokunmadım bile. Karnım doymadığı
için dal söyledik. Dal bizim mercimek çorbasına benzeyen bir yemek. Gayet
lezzetliydi aslında ama o kadar acıydı ki birkaç kaşık aldıktan sonra bırakmak
zorunda kaldım. Böylelikle meşhur Karim’den karnım pek doymadan, az
sayılmayacak bir miktar ödeyerek ayrıldık.
Akşam
olduğundan camiyi atlayarak doğrudan Güney Delhi’ye geçtik. Güney Delhi şehirdeki varlıklı kesimin yaşadığı
bölge. Yollardan, dükkânlardan, evlerden anlaşılıyor hemen. Haus Khas bölgesine
gittik. Girdiğimiz ilk yerde salsa gecesi vardı. Kızlar ve erkekler o kadar
şıktı ki ben güdük kaldım biraz gündüz
ki kıyafetimle gittiğimden. Sonra başka bir yere geçtik. Pazar gecesi olmasına
rağmen her yer inanılmaz kalabalıktı. O gece bayanlar gecesi olduğundan 22.30 a
kadar bayanlara içecekler ücretsizmiş. Müzik, ortam, her şey çok güzeldi, dans
edip eğlendik. Gece hayatı 24 gibi bitiyormuş, biz daha erken ayrıldık.